Posted on 24 Haziran 2013.
Resmi rakamlara göre 25 bin maden ocağının faaliyet gösterdiği belirtilen Türkiye’de taş ocaklarının yarattığı tahribatın nasıl iyileştirileceği Isparta’da düzenlenen çalıştayda tartışıldı. Orman ve Su İşleri Bakanlığı ile SDÜ tarafından düzenlenen ve iki gün süren çalıştaya yetkili kurumların temsilcilerinin yanı sıra bilim insanları ve
sektör temsilcileri katıldı.
YASA DEĞİŞTİ, ‘TAŞA HÜCUM’ BAŞLADI!
2004 yılında yeniden düzenlenen Maden Yasası’nın ardından, taş, kum ve çakıl gibi doğal varlıkların da ‘maden’ kapsamına alınması, Türkiye’de adeta yeni bir “altına hücum” dönemi başlattı. Yasanın daha önce yürürlükteki halinde yer alan korumacı maddelerin birer birer budanarak, su kaynakları ve ormanlar başta olmak üzere doğa alanları, yerleşim yerleri ve kimi yerlerde tarihi doku savunmasız bırakıldı.
35 MİLYAR DOLARLIK PAZAR, SAVUNMASIZ KALAN DOĞA
Bu sürecin en çarpıcı yanı ise, geçmişte inşaat müteahhitliğinde yaşanan patlamaya benzer biçimde, deneyimli deneyimsiz birçok kişi ve kuruluşun, ‘daha yüksek kazanç’ uğruna ‘madencilik’ sektörüne geçiş yaparak yetersiz yasal düzenlemelerin savunmasız bıraktığı doğa alanlarına iş makineleri ve kamyonlarıyla hücum etmesiydi. Özellikle Akdeniz bölgesinde hız kazanan sektörün, birçok ilde ihracat şampiyonu olması ve yıllık 35 milyar dolarlık bir pazar yaratması yatırımcıların iştahını kabartmaya yetti. Uluslar arası pazarda ‘Türk beji’ olarak ilgi gören mermer, antik kentlerin isimleriyle süslenerek Çin’den Brezilya’ya kadar bir çok ülkeye ham madde olarak ihraç edilirken, Arap Şeyhlerinin saraylarının Türk mermeriyle yapılıyor oluşu övgü konusu haline getirilmişti.
HER ŞEY YÜZDE 5’LİK MERMER İÇİN
Toz duman içinde gelişen bu sürecin ardından 2006 yılında bir yönetmelik çıkartılarak ‘madenci’ tahribatının iyileştirilmesine yönelik adımlar atıldı. Ancak söz konusu yönetmelik oldukça hızlı gelişen tahribata çözüm üretmeye yetmeyince geriye bozulan ormanlar, kirlenen su kaynakları, duvarları çatlayan evler, bozulan köy yolları, verimsizleşen tarım ve her yurttaşın yüreğini sızlatan delik deşik edilmiş dağlar kaldı. Yapılan onca tahribata rağmen çıkarılan mermerin yalnızca yüzde 5’i kullanılabilir, geriye kalan yüzde 95’i ise pasa adı verilen atık olarak doğaya bırakılması, kimi yerde ormanlık alanlarda dev moloz yığınlarının oluşmasına neden oluyor.
MİGEM MERMER RUHSATINI GELİR KAPISI MI GÖRÜYOR
Bu konudaki eleştirilerin odağındaki kurumların başında gelen Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’na bağlı Maden İşleri Genel Müdürlüğü (MİGEM), mermer ruhsatlarını bir tür ‘gelir kapısı’ gibi görmekle itham ediliyor. Bu yöndeki kulis bilgilerine göre tek tek ruhsat harcından kurtulmak isteyen yatırımcıların bir araya gelerek ruhsatları birleştirme kararı aldıkları ifade ediliyor. Kamuoyundan gelen eleştirilere yanıt veren sektör temsilcileri, tahrip edilen orman alanlarının iyileştirilmesi için harç ödendiği görüşünü savunuyor ancak yatırımcılar da yetkililer de bugüne kadar iyileştirilmiş bir ocak bulunmadığı gerçeğini itiraf etmekten çekinmiyor.
‘TAŞ DEVRİ’NDEN NASIL KURTULURUZ
Kamuoyundan yükselen tepkilerin her geçen gün artması, yasal yetersizlikler ve planlama eksiklikleriyle giderek büyüyen bu soruna çözümler üretmek amacıyla Isparta’da bir araya gelen yetkililer ve uzmanlar, iki gün boyunca mermer ve taş ocaklarının yarattığı tahribatın nasıl düzeltileceğini tartıştılar.
‘TÜRKİYE’DE 25 BİN MADEN OCAĞI FAALİYET GÖSTERİYOR’
Orman ve Su İşleri Bakanlığı ile Süleyman Demirel Üniversitesi tarafından ortaklaşa düzenlenen ‘Mermer ve Taş Ocaklarının Rehabilitasyonu Çalıştayı’na çok sayıda yetkili ve uzman katıldı. Barida Otel’de gerçekleşen çalıştayda konuşan Orman ve Su İşleri Bakanlığı Müşaviri Murat Bakkaloğlu, Türkiye’de 65 bin 179 hektarlık alanda 25 bin 30 maden ocağının faaliyet gösterdiğine dikkat çekerek, bu oranın toplam orman varlığının binde 3’ünü kapsadığını söylerken, çalıştaya katılan yetkililer de maden ocaklarının iyileştirilmesine ilişkin yeni yapılacak düzenlemelere değindi.
PROF. DR. KANTARCI: ‘YERALTI İŞLETMELERİ ÖZENDİRİLMELİ’
Çeşitli oturumlarla iki gün devam eden çalıştayın katılımcılarından biri olan İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi Toprak İlmi ve Ekoloji Anabilim Dalı Emekli Öğr. Üy. Prof. Dr. Doğan Kantarcı, madencilik alanında planlama eksikliği bulunduğuna işaret ederek, bu konuda yetişmiş uzman eksikliği bulunduğunu söyledi. Çalıştayın ardından sorularımızı yanıtlayan Kantarcı, ‘madencilik’ adıyla yapılan işin aslında taş çıkartmak olduğunu belirterek yüzde beş verimlilikle yapılan çalışmanın büyük bir tahribat yarattığını söyledi. Tahrip edilen alanların dolgu ile ağaçlandırılarak yeraltı su depoları yapılabileceği önerisinde bulunan Kantarcı, açık alanlar yerine daha az tahribat yaratan yeraltı işletmelerinin özendirilmesi gerektiğine işaret ederek, “ancak maliyeti daha yüksek olacağı için bu yöntem tercih edilmiyor” dedi.
‘ORMAN DIŞI DİYE BİR YER YOK’
Tahrip edilmiş alanların iyileştirilmesinin uzmanlık gerektiren bir iş olduğunu dile getiren Kantarcı, madencilik sektörünün orman dışı alanda çalışıldığı yönündeki görüşlerinin de gerçeği yansıtmadığını öne sürdü. Türkiye’de yalnızca Tuz Gölü ve çevresinin ‘orman dışı’ sayılabileceğini dile getiren Kantarcı, “çalışılan alanların tamamı orman alanı sınırı içerisinde. ‘Orman dışı’ diye bir yer yok” görüşünü savunurken, çalıştayın verimli geçtiğini de sözlerine ekledi.
YARD. DOÇ. DR GÖKDAYI: ‘DENETİMLER YETERSİZ’
Çalıştayın katılımcılarından biri olan SDÜ İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Kentleşme ve Çevre Sorunları Anabilim Dalı Başkanı Yard. Doç. Dr. İsmail Gökdayı ise taş ocaklarının yarattığı pasa sorununa işaret ederek bunun takibinin yapılamadığını dile getirdi. Bir orman şefliğinin sorumluluk sahası içerisinde yüzlerce taş ocağı bulunabildiğine işaret eden Gökdayı, bunun da denetimleri yetersiz kıldığını dile getirdi.
‘BURADA AHLAKİ BİR SORUN VAR’
İşletmesi tamamlanan taş ocaklarının içerisinde henüz iyileştirilmiş bir ocak bulunmadığına dikkat çeken Gökdayı, bununla ilgili bir yönetmelik üzerinde çalışıldığını anımsatarak şöyle konuştu: “dünyada benzer örnekleri olduğu gibi tahrip edilen alanların iyileştirilmesi sağlanmadan yeni bir ruhsat verilmesi çok yanlış. Özellikle Isparta ve çevresindeki tahribat rahatsız edici boyuta ulaşmış durumda. Öte yandan konunun yalnızca ekonomik kısmına bakılması da adalet duygusunu zedeliyor. Taş ocağı açılan bölgelerdeki biyolojik ve tarihsel tahribatın yanında yöre halkının da sahibi olduğu değerlerin dışarıya taşınması da ahlaki bir sorun yaratıyor. Birileri geliyor ve ‘ben burayı kiraladım’ diyerek insanların yüzlerce yıldır yaşadığı coğrafyadaki değerleri alıp götürüyor.”